Yazışmada Duygular ve Empati: His Geçirgenliği

Yüz yüze konuşurken karşımızdakinin hislerine dair birçok ipucu elde edebiliriz. Karşımızdaki öfkeli mi, üzgün mü, heyecanlı mı her şey daha barizdir. Ancak yazışırken arada bir katman daha vardır ve bu katmanda iletişim yazılı olarak sürer. Ve karşıdakinin o anki duygudurumumuzu anlamadığına, anlasa böyle yazmayacağına kanaat getirdiğimiz birçok an bulunur. O an ne kadar öfkelendiğimizi veya üzüldüğümüzü karşı tarafa hissettirmek isteriz.

Peki bunu nasıl daha iyi başarabiliriz?

Şimdi ilk aranızdan bazıları çıkacak ve “ne hissediyorsam söylerim ne kasacam ya” diye düşünecek. Evet arkadaşım, o an kızgınsan “Şu an gerçekten çok kızgınım”, “Çıldırttınız ulan beni” veya “çok mutlu oldum” gibi o an içinde bulunduğun durumu doğrudan ifade etmek bir yöntemdir. Ancak böyle bir yol izlemenin düşünüldüğü kadar etkili olmadığını söylemek zorundayım. Bunun 2 sebebi var. Anlattığımda sana da mantıklı gelecek.

Hislerin mesajda söylenmesi ne kadar etkili?
İlk dikkat etmen gereken nokta, bizi yönlendiren duygularımızın, bilinmesinin hissedilmesinden farklı şeyler olması. Biriyle yazışırken onun kızgın olduğunu ifade etmesi, bunu ciddiye almamıza yetmez. Bu yüzden “Buna mı takıldın gerçekten?” mesajı daha çok yazışırken alınır. Yüz yüzeyken bu kalıbı daha az duyarsınız. Örneğin kan çanağı olmuş gözlere bakarken karşıdakine gerçekten çok üzüldüğünü söylemenin anlamı yoktur. Doğrudan hisleri ifade ederken kurulan bu cümleler ve seçilen kelimeler, karşıdakinin dekoderinde işlem görmez. Çünkü gerçekten önemli durumlarda böyle cümleler ve kelimeler duymamıştır. Beynimizin linguistik algısı böyle çalışmaz.

Bu durumun bir yandan da kültürel boyutu var. Bizimki gibi doğu batı kültürü arasında kalmış toplumlarda bu işler böyledir. Doğu toplumlarında duyguların doğrudan ifadesi, samimiyetsizlik belirtisidir. Örneğin bir köy yerindeki cenazede “Gerçekten çok üzüldüm” diyen bir Mehmet Emmi göremezsiniz. Bakarsınız ve onun üzüldüğünü anlarsınız. Söyleyecekleri dilek, temenni, dua vs. ekseninde olur ama genelde ne hissettiğini dile getirmez. O zaten anlaşılır.

Doğu kültürlerinde insanların kafası biraz böyle çalışır. Japonlar çok pişman olduğunu söylemesi bir çözüm değildir, direkt basar seppukuyu. Eyleminden anlarsınız. Hintlilerin kıyafetleri duygularının ifadesi olan binlerce sembolle doludur. Gidip “ben yastayım” demezler. Kıyafetinden anlarsınız.

Biz de Mehmet Emmi ile alakamız olmadığını iddia etsek de toplumsal hafıza hayatımızda bundan çok daha etkilidir. Tüm gün Netflix dizilerinde/filmleri izleyip bu gibi ifadeleri çok duyarsın, işe de yarar. Aynı karşılığı almayınca da öfkelenirsiniz. Halbuki ne sen karşıdakine o anki hislerinizi hissettirebilmişsindir ne de o anlamıştır. Olan sadece basit bir iletişim kopukluğudur. Hepsi bu.

Karşıdakinin durumdan kurtulmaya çalıştığı izlenimi vermesi tesadüf değil.
Ancak konunun büyümesini önlemek istiyor olması daha büyük ihtimal. Sadece inanılmaz öfkeli olduğunu söylemek, öfkeyi hissettirmeye yetmemiş.

Çok daha fazla detaylansa da yazışmada duygu yoğunluğunu bize hissettiren 3 boyut bulunur:

Mesajın uzunluğu: Umursama düzeyini
Büyük küçük harf kullanımı: Mesajın ses düzeyini
Emoji kullanımı: Heyecan düzeyini
temsil eder.

Daha da açıklamak gerekirse:

Doğrusal olarak solu sıfır, sağı sonsuz olarak düşün. Her mesajda bu üçü arasındaki ayarlar geçerlidir.

Atılan her mesajın, bu 3 doğruda bir yeri vardır ancak göreceli. Normalde 5 emoji kullanan birinin 20 emoji kullanmasıyla, hiç kullanmayan birinin 2 emoji koyması aynı şeye gelir. Bir mesajın karşıda bıraktığı izlenim işte böyle belirlenir. Herkes de farkında olmadan buna uygun davranır. Uygun davranılmadığı durumlarda da muhtemelen ironi yapılıyordur. Biraz uzayan mesajlarda sezilen terslik de, hiç kullanılmadığı kadar kullanılan bir emoji de bu hissiyatı karşı tarafa bilmeden geçirir.

Senin bu konuda öğrenmeni istediğim ilk şey de, herkesin farkında olmadan yaptıklarını, sen farkında olup yaptığında neler olacağı.

İşte o zaman hislerini karşı tarafa daha iyi hissettirebilecek bakış açısına da sahip olmuş olursun. Bu çizelgeleri zihninde canlandırarak attığın her mesajda, doğru ayarı yapmakta her geçen gün daha da ustalaşman, farklı insanlara farklı ayarlar geliştirmen ve giderek parmakları laf yapan biri haline gelmek demek.

Yazının sadece uzunluğunun bile neler hissettirebileceğine dair harika bir örnek. Yazışmada da mesajlar için de aynısı geçerli.

Bu noktaya kadar anlattıklarım tarafların daha iyi empati kurabilmesini sağlayacak bir bakış açısı kazandıracak bilgilerdi. Ama bazen de günü kurtarman gerekebilir. Acil durumlarda kullanabileceğin şu teknik de işine yarayacaktır.

Çok öfkelendiğimizde, çok sevindiğimizde… Kısacası bir duyguyu yoğun bir şekilde yaşadığımızda mesajlar parmaklarımızdan dökülüverir. Hareketlerimiz otomatikleşir. Düşünmeden yazarız, düşünmeden “Gönder”e basarız. Bu da o an hissettiklerimizi adım adım karşı tarafa aktardığımız içindir.

Ancak bir adımı atlayarak daha da vurucu mesajlar atabiliriz. Bunun için böyle bir anda olduğumuzu hissettiğinde, sıradaki mesajı değil de sıradaki 2 mesajı düşünmek ve ilkini hiç göndermemek.

Her zaman, misalen “Morali bozuk olmasa böyle bir şey demezdi.” diyeceğimiz anlarda kalıyoruz. İşte bizim bulmamız gereken de bu kategoriye giren mesajlar. Örneğin kıskançlık krizinde, “Bak beni sinirlendiriyorsun.”, ya da bir patrondan gelen, “Neden beni sinirlendiriyorsun?“ mesajı, direkt duyguların ifadesiyle ilgilidir. Bu duyguların ifadesi yerine sonuçlarından bahsetmeye bakmak lazım.

“Bak beni sinirlendiriyorsun” >>>(sonucunda)>>> “TEK UMUDUM DALGA GEÇİYO OLMAN BORA?”

“Neden beni sinirlendiriyorsun?” >>>(sonucunda)>>> “Geldiğinde yüz yüze konuşmamız gerekiyo sanırım.”

“Ahahahah” >>>>>(Sonucunda)>>>>> “Kahkaha attım lan!”

İlk cümleyi direkt atlıyoruz, böylece de direkt olarak okumasak da hissediyoruz. Sinirlenilmese böyle bir şey söylenmeyeceğinden, yapılacak çıkarım basit. Ve daha etkili. Yalnız dikkat ettiysen iki örnek de aynı hissi geçirmeyi amaçlasa da birbirlerinden “Öfke Görünürlüğü” anlamında bir farkları var. Bunu da ileride aynı isimdeki bölümümüzde inceleyeceğiz.

His geçirgenliğini artırmak için kullanabileceğimiz bir diğer silahımız da emojiler. Ancak her emojinin, çıkış amacıyla bugünkü amacının da aynı olmadığı unutulmamalı. Emojilerin güncel anlamlarına hakimiyet, burada kilit rol oynuyor. Lafın gelişi, ✋ bir süre “Çak” yapmak anlamıyla sevinçli anlarda paylaşırken, bir süre sonra anlam kaymasına uğrayıp “Hadi eyvallah” anlamını kazandı. Ama karşıdakinin bundan haberi olmayabilir? Orada da karışıklık çıkar.

Yanlış anlaşılmaların önüne geçmek için, mesaj aralarına birden fazla emoji de tercih edilen bir yöntem. Ancak bu yöntemin de ciddi yazışmalarda, karşı tarafın gözünde ciddiyetsiz bir izlenim bırakacağı da aklında bulunsun.

Bunlar dışında bazı abartılı örnekler bulunsa da genelde elimizde olan enstrümanlar bunlardır. Ancak ikisinin de sağladığı sonsuza yakınsayan ihtimaller, her zaman daha doğru bir seçeneğin olduğu gerçeğini yüzümüze vurur. Önemli olan doğrusunu arayıp bulmak, zamanla pratik yaparak ve karşıdan gelen tepkileri de bu pratiğin içinde eriterek, daha özgüvenli ve mesajın vurgusunu daha iyi hissettirebilir hale gelmektir.